14 Temmuz 2009 Salı

Gölge Oyunları ve Köşe Kapmaca

Önce biraz başın döner. Aldırmazsın. Çünkü bu kadarı kimseyi öldürmez. Bilirsin bunu. Peki ya sonra miden de bulanmaya başlarsa? O zaman paniklemen için yeterli gelir mi sana? Hayır, hiç sanmam. En fazla kusacağını tahmin edersin. Peki şiddeti artırsak da mı yetmez sana? Bence yeter. "Neden yalnızım şuan!" diye isyana başlarsın. Birine ulaşmak ve yardım dilemeyi çok istersin. Belki biraz yüzün varsa çok geç olmadan cayabilirsin de bu yaptığından.
Bence pişman olup da cayma sakın. İnsanları da arayıp rahatsız etme hiç. Gerek yok.
Madem başladın bir kere devamını getir. Bu aşamaya gelene kadar sen değil miydin hep birşeylerden şikayet edip de sonsuza kadar uyumayı tercih eden!
Hadi devam et. Bir bir yut o önünde yığınla duran minicik hapları. Sen değil miydin ömrün boyunca yutamayacağın kadar büyük şeyleri yutup da sesini bile çıkarmadan bir köşeye sinip kendini ezdiren! Evet çocuğum sendin o. Başedebileceğin şeylerde bile pes edip köşelerin gölgelerinde gizlenen, kendini soyutlayıp da hep izlemeyi tercih eden, hiç değilse bir gün dahi olsun izlenebileceğinin farkında olmayan ve bu yüzden de hayata 1-0 yenik başlayarak kaybetmeye mahkum olan... O sendin.
Ve ben sana şuana kadar hiç kızmadım. En azından bunu başarabilmiştin. Saklanmayı, ezilmeyi, kendini aşağılamayı görev edinerek köşe kapmaca oyununu en iyi oynamayı başardın.
Ve sen hayatında ilk kez bu kadar büyük sonuçlar doğurabilecek bir karar almışken ve bunu uygulamaya başlamışken yarım bırakıp yine pes edersen, işte şimdi sana çok kızarım.
Hayır çocuğum ölmeni istediğimden değil. Ama sen istedin bunu. Hiç aklına gelmedi ki büründüğün o silik rolden sıyrılıp da hayatının ana karakteri olmak. Sen memnunmuşsun demek ki bu yaşına kadar. Şimdi karşıma geçip de titreyerek ağlama. Bana vazgeçtiğini hiç söyleme! Acımam sana ve senin gibilere. Ben senin gibi şımarıklara acıyamam ki. Sen söyleyebilir misin ki bir amaç uğruna savaştığını! Ya da hiç amacın oldu mu ki senin?
Bak gördün mü çok acizmişsin bugüne kadar. Madem o gölgeleri kendine siper ettiğin anlarda bu karara varabildin, tek amacın buydu senin, sakın cayma. İlk kez olsun ve evet son kez olsun ama bir kez olsun başladığın işi bitir ve yut o hapları şimdi.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Alışmadan, Yorulmadan, Kaybetmeden Önce

Her seferinde acımazmış. Can alışırmış yarayı yaralayanlara da, hatta kanatıp tuz basanlara da. Sessizlik çöktü, yine boş kaldım bak! Bulunurmuş dolduracak biri, sevilirmiş ah yine; ama nasıl? Zaman başlar geri saymaya, vakit dolar biri çıkar karşına. Başa dönersin, acıtırlar ama; sen alışmışsındır acımazki can her defasında. Belki sen de onlardan olursun sonunda. Kaybedersin masumluğunu, özlemeyi kesip geçmişi yeni sorunlar yaratıp kendine, boğuşursun sürekli. Bak! Dolu her yanın insanla. Aldırma olanlara, geri sayıyor zaman hızla. Kurtul melankolinden şimdi, çık sokağa ve tekrar başla!

Gizem'li Karnaval

Mumlar toz bağlamış varlığında. Yazamadım ki uzun zamandır. Yakılmadılar ışığının aydınlattığı iç dünyamı loş bir şekilde aydınlatıp; hüzünlü gölgeler yaratmak adına.
Sen güneştin hep, tam tepedeydin hayatımda. Gölgeler aklıma bile gelmezdi ki sana bakınca. Çünkü kör ederdin beni her seferinde. Sana her bakışımda ... Gözümü de kapatsam sen vardın; başka tarafa baksam da! Bu nasıl bir ilüzyon? Ya da nasıl bir güç! Hiç aklım almadı. Hiç ... Alsaydı zaten körleşmeyi neden kabul edeyim ki!
Bu bir oyunmuş aslında. Nasıl renkler cümbüşünde bir düğün varsa; karanlıkta boğulmak da varmış bu oyunda. Sen güneş değilmişsin de ben küçük bir tanrıymışım aslında! Yönetmeyi yeni yeni öğreniyorum; senin yokluğunda. İyi ki gitmişsin buralardan. Bir adada yalnızmışım yıllardır. Kuralların kuralsızlıktan doğduğu bu yerde, kendimi tanrı ilan ettim en sonunda.
Adını kendi koyduğum yerlerde, bu defa kendi düşlerimin en ahengli silüetleri var. Eğer kavramlar bile yıkmışsa kendi tabularını, bil ki adım attın adını benim koyduğum karnavala.
Biliyor musun artık ipler de bende kuklalar da! Ve sen artık sadece benim insiyatifime kalmış bir misafirsin bu topraklarda.

16 Haziran 2009 Salı

Bir öykü yazacaktı ve bu defa özgür ifadeyi kelimelerde bulacaktı. Yanı başında çalan şarkı onu alıp eski zamanlara götürürken o hala tam olarak ne yazacağını, neyi, kime, nasıl anlatacağını düşünmekle meşguldü.
Aradığı sözleri bulamadı bir türlü. Yüreğini hissedemiyordu aslında. Onu böylesine hissizleştiren, sevgisiz hayata isyanla meşguldü. Kaybettiği ya da ondan çalınan şeyleri özlüyordu. Yüreğini, vicdanını ve düşüncelerini, üç kuruş paraya pula satmadığı için dışlanmıştı o cafcaflı topluluktan. Kendince karşı olduğu sabit fikirleri vardı. Çok zaman yalnız kaldığı, darmadağın, küçücük odasında yazarken bulmuştu işte kendini yine. Düşünüyordu ama bir türlü bulamıyordu cevabı. Aklına gelen ilk şey ortada bir soru olması gerektiğiydi ve o hangi soruyu, kime, nasıl sorması gerektiğine karar veremiyordu.
‘’Hayat bir uzun yolsa’’, dedi kendi kendine ‘’ben nerede başladım bu yola?’’ diye düşündü. Bilmiyordu gerçekten de. Yoksa öğretilmemiş miydi ona bu sorunun cevabı? Kararını vermişti ‘’nerede başlamıştı bu uzun yolculuğa?’’ Nerede başladığını bilmezken nereye gidiyordu böyle koşarcasına. Hayrete düşmüştü bir an için. Hayat, çok bilinmeyenli bir denklemdi sanki. Düşündükçe hayrete düşüyor, hayrete düştükçe yenilerini düşünmeye başlıyordu.
Önünde duran boş kağıtlara baktı. O da onlar kadar boştu. Peki, şimdi ne yazacaktı? Gerindi, esnedi saatine baktı. Onu ilgilendiren şey saatin kaç olduğu değildi. Sadece kendisini önünde duran boş kağıtlardan uzaklaştıracak bir şeylere ihtiyacı vardı. Neden hiç çalmıyordu telefonu? Neden kimse kapısının ziline basmıyordu? Neden? Neden? Neden? Sanki bir şeyler onu yazmaya zorluyordu. ‘’O halde’’ diyerek ilk kelimeden yola çıkıp yazmaya başladı:
Hayat sizce neye benziyor? Kimine göre bir yarış pistiyken, kimine göre bir dans pisti... Bana göreyse uzun bir yolculuk.
Ne için çıktığımı hatırlayamadığım bir yolda koşarcasına sona yaklaştığımın farkına vardığım andan itibaren düşünüyorum da yolculuk nereye?
Yollarda, uzun yolculuklarda insanlar nelerin hasretini çeker? Acıkmışsınızdır ve o an bir şeyler yemek istersiniz. Yorulmuşsunuzdur ve o an uyumak ya da biraz olsun dinlenmek istersiniz. Uzun süredir yalnızsınızdır ve artık canınız sıkılmıştır ve o an birileriyle konuşma ihtiyacı duyarsınız. Susamışsınızdır ve o an su istersiniz. Kimileri de vardır ki susamıştır gerçekten de ve bu açlıklarını gidermek isterler ve ilk fırsatta da gözlerine kestirdikleri avın üstüne atlarlar. Yanlış anlamayın onlar suya değil, kana susamışlardır. Onlar hayatımızın her köşesinde karşımıza çıkabilecek kadar da hayatın içinden, küçük insanlardır. Çocuksu masumluklarına kanıp da oyunlarına dahil olursak, o zaman oyun başlar. Nasıl mı?
Ellerine geçen oyuncaklarıyla savaş oyunu oynar o küçük insanlar. Onlar susadıkları kanın ayaklarına gelmelerini beklemezler hiçbir zaman. Her fırsatta savaşırlar taze kanlar için. Onların gözünde artık kadının, çocuğun, yaşlının hatta insanın değeri kalmamıştır. Artık onların yürekleri öyle bir büyüyle mühürlenmiştir ki hiçbir anahtar devası olamamıştır o hastalıklı kilitlerin. Hiçbir doktor çare bulamamıştır o hasta beyinlere. Kaybedilen her canda yanan her ananın yüreğinin sızısı onların tek eğlencesi olmuştur. Onlar bu büyük katliamları insan hakları ve huzuru için yaparlar. Analar sızlanmasın boşuna çünkü onların evlatlarının kanı insanlığın uygarlaşan yüzünü sulamaktadır.
Kısa kesik cümleler… Bir sona varamayan anlamsız ifadeler… Umutsuzca etrafına bakınıp yardım isteyen bir insan…
Kısa bir yalvarış yüklü bakışla etrafına son kez baktıktan sonra anladı ki kimse, hiç kimse yok. Yalnızlık… İliklerine kadar dondurucu esintisiyle bir kez daha esen bu yel, yalnızlığı getirdi yanında.
İsteklerini sorgulamaktan geçiyordu belki de tüm mutluluk. Mutluluk? Neydi acaba? Belki de en keskin zekalarca kurgulanmış bir olayın halkalarından biriydi o da. Olmayan bir şeye bir kez daha boşa bel bağlamak. Hayır, bu defa da yanılmış olmaya katlanamayacaktı. Olmasa da, mutluluğa nasıl inandıysa, onu kendi kendine, hatta kendi içinde yaratacaktı. Bu defa kaderi –eğer varsa- alt edecek gücü kendinde hissediyordu. Kurnazca oynanan bu küçük, karışık oyunları alt edecekti. İşte o zaman ilk kez ama son kez kazanılacak en büyük zaferi kazanmış olacaktı.

14 Mayıs 2009 Perşembe

bir kıyı görüyorum uzakta, limanı yok ki demir atasın!
bir umut belki limanı yoktur ama bir koy bulurum orada
soğuk ve rüzgarlı gecede korur beni kucağında
günlerdir sulardayım çıkmadı karşıma böyle bir kara
tanrı beni seviyormuş meğer, bırakmadı serin sularda
sen de sev, aç kucağını diyorum
çok değil sadece bir gece diyorum
bu bile çok mu sana, giderek uzaklaşıyorsun
oysa ben rotamı sabitledim sana, dönüşüm yok biliyorum
çok inatçısın, tamam pes ettim
geri döndüm ki artık herşey için çok geç
hayır değil aslında saçmalıyorum
bu gece ihtiyacım var sana, son kez bir cevap bekliyorum
kirlenmiş çarşafım, yastığım kaç yazar!
bırak rengi solsun tenimin, artık bana kim bakar!
üzülme buruşan, sarkan bedenime vakti gelecekti bir gün zaten
üç-beş yıl erken olmuş, boşver kim takar!
sigaradan sararmış mı tırnaklarım?
alkolden aklanmış mı göz aklarım?
nefesim mi kokmuş açlık grevime isyan?
sen hiç üzülme, ben bakacağım çaresine elbet bir akşam.
duvarlara mı vurdu yüzün, yansıman?
yine mi uçup geldi kokun, girdi açık kapımdan!
ben kovdukça hayatımdan, enseme mi yapıştı hatıran!
hey adam sen çok oldun! çık git artık hayatımdan!
yavaş yavaş kararan tenime düştü gölgeler
neredeydi o eski beyazlığım?
neredeydi o ışıklı yüzler?
yitirmişim çoktan ama haberim yok!
gidenlerin arkasından tutturmuşum türkümü, duyan yok
bir yol boyu uzanan yalnızlığıma rehber olmuş tüm çılgın rüzgarlar
siperler dağılmış, sığınacak yerim yok
senin de yerin yok ey çılgın
yalın ayak, bağrı çıplak koşuyorsun rüzgara karşı seni saran bir kol dahi yok!
şimdi farkında değilsin, üşümüyorsun belki ama;
umarım hiç üşümezsin! geri dönüp de sığınacak bir limanın yok!

12 Mayıs 2009 Salı

ben üç yaşında küçücüktüm ama dünya benim kadar küçük değildi. iki gökdelenin arasındaki boşlukta hapsolmuştum. gökyüzü çok uzaktı bana. ah bir caddeye çıkabilsem belki biri beni kurtarabilirdi bu karanlık yerden. ama önümde koskocaman kara delikler vardı boşluğa uzanan. aralarında ayağımı basacak kadar bile toprak yoktu. çaresizce bekledim. saatlerce gökyüzüne bakmaktan boynum acımaya başlamıştı. bekledim, bekledim derken bir melekti gelen. yani melek olmalıydı o. gümüş rengi kaslı bir erkek vücuduna yapışık bembeyaz iki koca kanadı vardı. kendi boyunda bembeyaz iki koca kanat. upuzundu boyu. lüle lüle, omuzlarından dökülen gümüş rengi saçları parlıyordu o karanlıkta. yüzü öylesine hüzünlüydü ki ağlayacak sanıp kırktum. ama ağlamadı. bana doğru geliyordu, ama yürümüyordu. kanatlarını da çırpmıyordu. sadece süzülüyordu havada. gelip beni kucağına aldı ve o güzel kokusunda içim mutluluk ve huzur doldu. sarıldım boynuna ve artık hiç korkmuyordum. kara deliklerin üzerinden geçtik. beni bekleyenlerin olduğu sokağa getirdi beni. ne acı ki annemi ve babamı gördüğüme sevinememiştim. koşup da boyunlarına atlayıp, sımsıkı sarılmak istememiştim. hayır dercesine kenetledim kollarımı meleğimin boynuna. yüzümü saçlarına gömüp kokusunu çektim içime. ama bir ses konuştu kalbimle. mecburen bıraktım onu. geri gelecekti birgün, bulacaktı beni yine. ama hep böyle masum bir çocuk gibi kalmayı başarırsam. suratım asık annemle babamın yanına gittim minik adımlarımı daha da ufaltarak. meleğimin parlak beyazlığına inat ne kadar da siyah giyinmişlerdi. el salladım ona son kez; anne ve babamla birlikte siyah arabalarına binip uzaklaştım.
aradan yıllar geçti. şimdi kaç yaşında olduğumu söylemeye dilim varmıyor. meleğimi özlüyorum deliler gibi. ama yüzüm yok onu beklemeye. sanırım tutamadım sözümü. öylece beni bıraktığı yerde kalamadım. ama öylece beni bulduğu karanlıkta, izlemeye devam ettim gökyüzünü.
ellerim kan içindeydi
hiçbirini ben yapmadım
onlar yaptı ama ben sesimi çıkarmadım
sarmadılar kesiklerimi bastılar üstüne üstüne
ama ben acıdan bağırmadım
izlediler sadece bense kaçmadım
malzeme oldum eğlencelerine
ben yıkadım ruhumu temizledim çıktım sokağa
gelip bastılar üstüne kirlettiler bir kez daha
eve dönüp ağlamadım sessizce
yürüdüm içlerinde tek başıma
arandım durdum sokaklarda saatlerce
ben sağa saparken o sola saptı
geri döndüm sabırsızca koştum peşinden
o kaçtı, ben kovaladım
bulacağımı ümit ettim çaresizce ...

28 Nisan 2009 Salı

ne kadar da yabancısın öylece karşımda
kurumuş ellerimden döküldü hatıralar bu defa
şimdi silik anlar var hayatımda
sen hiç yaşamamıştın aslında
yaktığım tüm ağıtlar sanaymış meğer
yaşadığımız onca şeye rağmen
seni söküp atmaya değer.
yırtılmış kağıt tomarlarından bir parçasın sen,
unutulmuşsun bir kenarda
paramparça yazılar saçılmış etrafa
ama bir umut var hala, ateşinde ısınmaya değer ...

27 Nisan 2009 Pazartesi

alıntılar yapmıyorum ben senin gibi yazılmış şiirlerle
hissediyorum duygularımı, en azından sana karşı olanları
kağıt kalem düşmüyor artık elimden
son vedan derinleştirdi yaramı
kalbim susmuyor artık, çırpınıyor her daim
uyutmuyor üstelik, unutturmuyor da seni
yaz diyor bir kez daha lütfen
bu yola çıktın sen bir kez, dönüşün olamaz ki zaten
dinliyorum onu arsızca
ayırmıyorum yeşil kalemimle, yeşil defterimi yanımdan
yeşil benim en sevdiğim renk, çünkü sana benzetirim hep
yeşilsin sen. koyu, mağrur, güçlü, en derininden
çeker gidersin hep istemediğin yerden
kendine güvenin tam, ihtiyacın da yok hiçkimseye, hiçbirşeye zaten
acılarının oluşturduğu derin çizgiler var yüzünde tıpkı matem
unutmadan, vazgeçmeden biriktirmişsin yıllarca yaşananları
ama bak farketmiyor musun?
sayfalar kopmaya başlamış çoktan sen istemesen de bazen
yeni bir defter sundum sana içi boş, dupduru sular gibi senin yeşilini yansıtan
yüzüne bile bakmadan fırlattın attın bir kenara, sen hep buydun zaten!
acılardan doğmak bir kez daha
bir kez daha, bir kez daha
işlemek bir hayatı ince bir oyaymışçasına
eklendikçe sevinçlerle hüzünler, dostlarla düşmanlar
büyütmek sanatımı sonsuzluğa ...
seviyorum hayatın kendisini
ölüme bir adım daha yaklaştıkça
açtım duyularımın herbirini, saldım çok uzaklara
hissetsinler benim için, duyup görsünler, tadına varıp dokunmanın
beni biraz daha büyütsünler diye adeta
mutluyum gerçekten aslında
sadece istiyorum bir kez daha, bir kez daha
eklemek yeni şeyler büyüyen sanatıma
keşke susup bakmasaydın bana uzaktan da,
tanıdığını düşünüp beni planlamasaydın hareketlerimi önceden.
beklemeseydin yapmamı istediğin şeyleri de,
tanımaya çalışsaydın beni biraz daha.
ilk adımı atan sen olsaydın da,
sevdiğini söylerken terketmeseydin beni.
hatta güçlü olmak istiyorsan yalnız yaşa demeseydin bana
sen de yalnızlığı seçmemiş olsaydın da,
hayatını paylaşmayı seçseydin benle.
severken uzaklaşmasaydın da, az da olsa yaklaşsaydın bana.
keşke farkedebilseydin seni beklediğimi, hem de yanıbaşında.
keşke, keşke, keşkeler çoğalıyor saydıkça.
yüreğim ağzımda bekliyorum seni odamda.
biliyorum gelmeyeceksin ama,
keşke dönen sen olsan bu defa ...
sadece eğlenmek, daha doğrusu hoşlandığım çocuğu izleyerek mutlu olmayı seçtiğim için ordaydım. yanımdakilerin bi önemi var mıydı bilemiyorum. hiç tanımadığım bir erkeğe bağlanarak, onu gözleyerek, zaman zaman kıskanarak koca bir akşam içtim. yanımdakilerin bi önemi yokmuş aslında şimdi farkına varıyorum. yapayalnız ... içtim. ara ara plastik kokulu sohbetlere daldım. rol yaptım. eğleniyormuş rolü yaptım. hatta bi ara kendimi rolüme o kadar çok kaptırmışım ki ben bile eğlendiğime inanmışım. gerginliğim ritmini hızlandırıp da yetişemiyceğim bi hal aldığında ... tekila ve sigara ... sayısızca!
orada neden bulunduğumu sorguluyorum hala kendi kendime. avlanmak diye tabir edilen "tavlama oyunları" hiç bana göre değil ki! hatırlıyorum da hoşlandığım çocuk bir başka gece oraya arkadaşımla gittiğimde özel olarak masama gelip de benimle ilgilendiğini belli etmek için "merhaba, nasılsın?" gibi rutin bi soru sorduğunda, kalbimin hızından başım dönmüş, utancımdan yüzüm kızarmış ve ben çocuğun yüzüne bakmaksızın sadece gülüp "merabaaa" diyebilmiştim. bu kısa diyalog onunla aramızda geçen ilk ve sonuncuydu sanırım. bir daha yüzüme bile bakmadı.
dün gece ... evet dün gece ara ara baktı, ama yüzünde anlam veremediği iğrenç bi olayı izlermiş gibi bi ifadeyle. sanırım o anlam veremediği şey benim kabullenmediğim, onunsa gördüğü, sarhoşluğum, kızarmış yüzüm ve manasız hareketlerimdi.
sonuç olarak onunla konuşamadım ve çaresizce evin yolunu tuttum. gece yarısını geçen saate aldırmadan, umarsızca sarhoş, yalnız, mutlulukla-mutsuzluğun arasında, özgürlüğün anlamını düşünerek ve de üşüyerek dolmuşlara doğru yöneldim. o kafayla algılayabildiğim kadarıyla tüm erkeklerin bana, o gece kobraları için taze bir yem bulmuşlar gözüyle baktıklarıydı. hızlandım, hızlandım ama erkeklerin sayısı hiç de azalacak kadar değildi. kaçış yoktu. "bazen kader ..." diyerek dolmuşlara doğru hızlıca ve başım önümde sabitlenmiş bir halde yürümeye devam ettim. derkeeen o aradığım sesi duydum. kendince haklı, birşeylere sinirlenmiş ve o kendine has doğallığı ve çekinmezliğiyle bağrınıyordu. bakkaldan çıktı ve "alkole zam gelmiş" diyerek kendi kendine birşeylerden şikayet ederek konuşuyordu. bütün hüznümle, ağlamak isteyip de ağlayamayarak onun yanında yürüdüm ve onu izledim. o kadar aykırı bir çirkinliği vardı ki o an benim için dünyanın en güzeliydi o ve en haketmediği şekilde yaşayan insanlardan biriydi. yanında küçücük kalan boyumla yürümeye devam ettim. bana laf attı ve ne konuştuğumuza dair bir fikrim olmadan onunla konuştum. saçlarını at kuyruğu yapmış ve aykırı bir makyajla ben burdayım dercesine etrafına bakınıyordu. bir ara durup benim de yüzüme baktı ve o an gerçekten kendimi aciz ama yine de mutlu hissettim. daha az önce özgürlüğün anlamını aramıyor muydum ben? hani bulduğumu sanmıştım cevabı? ben biliyordum oysa ki özgürlüğü değil mi? ne kadar da küçük havuzlarda çırpınıyormuşum. o an gerçekten de açık denizlere ulaşmak için bir kanala girdiğimi anladım. dönüm noktam olucaktı bu an ve ben de keyfini çıkardım. onu izledim. sonuna kadar hayranlık duyarak. evet o özgürdü, çünkü korkmuyordu. bu lanet şehirde, bunca lanet kobradan, beladan, ıvır zıvırdan, hiçbirşeyden ... giydiği kadın elbiselerine inat, o feminen duruşuna inat erkek gibi; hayır, belki de bir erkekten de korkusuzca yaşıyordu hayatı.
beni merak etti. nereye gittiğimi, neden yalnız olduğumu, adımı, işimi sordu. bense ona sadece bir barda görüp de hoşlandığım ama konuşmaya bile çekindiğim bir çocukla nasıl birlikte olabileceğimi ... boşver dercesine elini savurdu ve "bırak o gelsin sana" dedi. bir an içimdeki balon köpük misali minik bir pıt sesiyle patladı. o kadar aniydi ki öylece kaldım. "bazen kader ..." dedim ikinci kez, hem de aynı gecede on dakikalık bir arayla. özgürdüm oysa ki. ama kader gerçeği yadsınamıyordu işte. bıraktım öylece. "artık umursamayacağım" dedim.
beni dolmuşlara bıraktı ve tam gidicekken benim için güzel şeyler diledi. beni yaratıcıya emanet etti ve kendince dua etti. ve içimin bir tuhaf olup da beni bitiren andı bana sarılması. beni sadece beş dakika yanımda yürüyüp, konuşarak tanıdı. sorgulamadan kabullendi, sevdi ve benim için dua etti. ömrümde ilk kez bu kadar çıkarsız ve samimi bir sevgi gördüm. tam dolmuşa binerken adını sordum. dolmuştaki herkes beni garipsemiş, hepsi farklı tondan alaylarına başlamışlardı. bense sarhoştum. alkol mü, yoksa aşk mı, yoksa özgürlük mü çarpmıştı beni? anlık dostum, kobra avcısı kahramanım gidiyordu. sedef seni unutmayacağım. hep mutlu ol. en azından bunu hakediyorsun.
hüznüm kabartıp taşırdı denizleri
sevgim uçurdu getirdi bana haberlerini
mutlu musun şimdi oralarda
hapsolduğun o karanlık içdünyanda
yapayalnızmışsın hayatta
güvendiğin tüm başarılarsa ayaklar altında
fırtınan güçlü değilmiş
alıkoyamadı beni rotamdan asla
sadece buruk bir ruh ve çökük bir beden bıraktın bana
senden bana son hatıra ...
rehberimden bir kişi eksildi şimdi
sıra aklımdan silmekte
unutmak yaşananları hiç yaşanmamışçasına
sıfırdan başlamak bir hayata ...
sırtımı döndüm karaya,
anlattım olanları denizkızlarına
periler oturup yanıma ağlaştılar halime acırcasına
git lütfen uzaklara diye haykırdım
ama hep yakın ol bana
hisset beni taa yürekten
benden hiç kopmamışçasına
yarala beni bir kez daha ne olur
unuttur bana kendini
severek almayayım adını ağzıma
yakışmıyor bu acizlik bana
senden başka vücutlarda da doğabilirim ben
muhtac olmamayı sen öğrettin bana
varolabilmeyi yapayalnız, tek başına
hayal kurmak kadar , kurmamayı da
yıkılıyormuş demek tüm bentler bu hayatta
sevmek kadar gerçek olan birşey var
nefret etmek de çok insanca
evet anladım bunu senle bir kez daha
nefret de sevgiden doğar eninde sonunda
inadına yalvarıp, aldım gururumu ayaklar altına
hey adam! seviyorum seni çılgınlarcasına
inanmadın, inanmak istemedin sen hiç bana
dinlemedin, incittin hep daha fazla
farketmedin, edemeyeceksin
kimse sevmedi, sevemeyecek seni benim kadar asla
kimse mutlu olamayacak seninle benim kadar
iyi oynanmış tiyatrolar izlemeye mahkumsun hayatın boyunca
şimdi çık git hayatımdan bir kez daha
ama unutma geri dönüşün olamayacak asla