27 Nisan 2009 Pazartesi

sadece eğlenmek, daha doğrusu hoşlandığım çocuğu izleyerek mutlu olmayı seçtiğim için ordaydım. yanımdakilerin bi önemi var mıydı bilemiyorum. hiç tanımadığım bir erkeğe bağlanarak, onu gözleyerek, zaman zaman kıskanarak koca bir akşam içtim. yanımdakilerin bi önemi yokmuş aslında şimdi farkına varıyorum. yapayalnız ... içtim. ara ara plastik kokulu sohbetlere daldım. rol yaptım. eğleniyormuş rolü yaptım. hatta bi ara kendimi rolüme o kadar çok kaptırmışım ki ben bile eğlendiğime inanmışım. gerginliğim ritmini hızlandırıp da yetişemiyceğim bi hal aldığında ... tekila ve sigara ... sayısızca!
orada neden bulunduğumu sorguluyorum hala kendi kendime. avlanmak diye tabir edilen "tavlama oyunları" hiç bana göre değil ki! hatırlıyorum da hoşlandığım çocuk bir başka gece oraya arkadaşımla gittiğimde özel olarak masama gelip de benimle ilgilendiğini belli etmek için "merhaba, nasılsın?" gibi rutin bi soru sorduğunda, kalbimin hızından başım dönmüş, utancımdan yüzüm kızarmış ve ben çocuğun yüzüne bakmaksızın sadece gülüp "merabaaa" diyebilmiştim. bu kısa diyalog onunla aramızda geçen ilk ve sonuncuydu sanırım. bir daha yüzüme bile bakmadı.
dün gece ... evet dün gece ara ara baktı, ama yüzünde anlam veremediği iğrenç bi olayı izlermiş gibi bi ifadeyle. sanırım o anlam veremediği şey benim kabullenmediğim, onunsa gördüğü, sarhoşluğum, kızarmış yüzüm ve manasız hareketlerimdi.
sonuç olarak onunla konuşamadım ve çaresizce evin yolunu tuttum. gece yarısını geçen saate aldırmadan, umarsızca sarhoş, yalnız, mutlulukla-mutsuzluğun arasında, özgürlüğün anlamını düşünerek ve de üşüyerek dolmuşlara doğru yöneldim. o kafayla algılayabildiğim kadarıyla tüm erkeklerin bana, o gece kobraları için taze bir yem bulmuşlar gözüyle baktıklarıydı. hızlandım, hızlandım ama erkeklerin sayısı hiç de azalacak kadar değildi. kaçış yoktu. "bazen kader ..." diyerek dolmuşlara doğru hızlıca ve başım önümde sabitlenmiş bir halde yürümeye devam ettim. derkeeen o aradığım sesi duydum. kendince haklı, birşeylere sinirlenmiş ve o kendine has doğallığı ve çekinmezliğiyle bağrınıyordu. bakkaldan çıktı ve "alkole zam gelmiş" diyerek kendi kendine birşeylerden şikayet ederek konuşuyordu. bütün hüznümle, ağlamak isteyip de ağlayamayarak onun yanında yürüdüm ve onu izledim. o kadar aykırı bir çirkinliği vardı ki o an benim için dünyanın en güzeliydi o ve en haketmediği şekilde yaşayan insanlardan biriydi. yanında küçücük kalan boyumla yürümeye devam ettim. bana laf attı ve ne konuştuğumuza dair bir fikrim olmadan onunla konuştum. saçlarını at kuyruğu yapmış ve aykırı bir makyajla ben burdayım dercesine etrafına bakınıyordu. bir ara durup benim de yüzüme baktı ve o an gerçekten kendimi aciz ama yine de mutlu hissettim. daha az önce özgürlüğün anlamını aramıyor muydum ben? hani bulduğumu sanmıştım cevabı? ben biliyordum oysa ki özgürlüğü değil mi? ne kadar da küçük havuzlarda çırpınıyormuşum. o an gerçekten de açık denizlere ulaşmak için bir kanala girdiğimi anladım. dönüm noktam olucaktı bu an ve ben de keyfini çıkardım. onu izledim. sonuna kadar hayranlık duyarak. evet o özgürdü, çünkü korkmuyordu. bu lanet şehirde, bunca lanet kobradan, beladan, ıvır zıvırdan, hiçbirşeyden ... giydiği kadın elbiselerine inat, o feminen duruşuna inat erkek gibi; hayır, belki de bir erkekten de korkusuzca yaşıyordu hayatı.
beni merak etti. nereye gittiğimi, neden yalnız olduğumu, adımı, işimi sordu. bense ona sadece bir barda görüp de hoşlandığım ama konuşmaya bile çekindiğim bir çocukla nasıl birlikte olabileceğimi ... boşver dercesine elini savurdu ve "bırak o gelsin sana" dedi. bir an içimdeki balon köpük misali minik bir pıt sesiyle patladı. o kadar aniydi ki öylece kaldım. "bazen kader ..." dedim ikinci kez, hem de aynı gecede on dakikalık bir arayla. özgürdüm oysa ki. ama kader gerçeği yadsınamıyordu işte. bıraktım öylece. "artık umursamayacağım" dedim.
beni dolmuşlara bıraktı ve tam gidicekken benim için güzel şeyler diledi. beni yaratıcıya emanet etti ve kendince dua etti. ve içimin bir tuhaf olup da beni bitiren andı bana sarılması. beni sadece beş dakika yanımda yürüyüp, konuşarak tanıdı. sorgulamadan kabullendi, sevdi ve benim için dua etti. ömrümde ilk kez bu kadar çıkarsız ve samimi bir sevgi gördüm. tam dolmuşa binerken adını sordum. dolmuştaki herkes beni garipsemiş, hepsi farklı tondan alaylarına başlamışlardı. bense sarhoştum. alkol mü, yoksa aşk mı, yoksa özgürlük mü çarpmıştı beni? anlık dostum, kobra avcısı kahramanım gidiyordu. sedef seni unutmayacağım. hep mutlu ol. en azından bunu hakediyorsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder