28 Nisan 2009 Salı

ne kadar da yabancısın öylece karşımda
kurumuş ellerimden döküldü hatıralar bu defa
şimdi silik anlar var hayatımda
sen hiç yaşamamıştın aslında
yaktığım tüm ağıtlar sanaymış meğer
yaşadığımız onca şeye rağmen
seni söküp atmaya değer.
yırtılmış kağıt tomarlarından bir parçasın sen,
unutulmuşsun bir kenarda
paramparça yazılar saçılmış etrafa
ama bir umut var hala, ateşinde ısınmaya değer ...

27 Nisan 2009 Pazartesi

alıntılar yapmıyorum ben senin gibi yazılmış şiirlerle
hissediyorum duygularımı, en azından sana karşı olanları
kağıt kalem düşmüyor artık elimden
son vedan derinleştirdi yaramı
kalbim susmuyor artık, çırpınıyor her daim
uyutmuyor üstelik, unutturmuyor da seni
yaz diyor bir kez daha lütfen
bu yola çıktın sen bir kez, dönüşün olamaz ki zaten
dinliyorum onu arsızca
ayırmıyorum yeşil kalemimle, yeşil defterimi yanımdan
yeşil benim en sevdiğim renk, çünkü sana benzetirim hep
yeşilsin sen. koyu, mağrur, güçlü, en derininden
çeker gidersin hep istemediğin yerden
kendine güvenin tam, ihtiyacın da yok hiçkimseye, hiçbirşeye zaten
acılarının oluşturduğu derin çizgiler var yüzünde tıpkı matem
unutmadan, vazgeçmeden biriktirmişsin yıllarca yaşananları
ama bak farketmiyor musun?
sayfalar kopmaya başlamış çoktan sen istemesen de bazen
yeni bir defter sundum sana içi boş, dupduru sular gibi senin yeşilini yansıtan
yüzüne bile bakmadan fırlattın attın bir kenara, sen hep buydun zaten!
acılardan doğmak bir kez daha
bir kez daha, bir kez daha
işlemek bir hayatı ince bir oyaymışçasına
eklendikçe sevinçlerle hüzünler, dostlarla düşmanlar
büyütmek sanatımı sonsuzluğa ...
seviyorum hayatın kendisini
ölüme bir adım daha yaklaştıkça
açtım duyularımın herbirini, saldım çok uzaklara
hissetsinler benim için, duyup görsünler, tadına varıp dokunmanın
beni biraz daha büyütsünler diye adeta
mutluyum gerçekten aslında
sadece istiyorum bir kez daha, bir kez daha
eklemek yeni şeyler büyüyen sanatıma
keşke susup bakmasaydın bana uzaktan da,
tanıdığını düşünüp beni planlamasaydın hareketlerimi önceden.
beklemeseydin yapmamı istediğin şeyleri de,
tanımaya çalışsaydın beni biraz daha.
ilk adımı atan sen olsaydın da,
sevdiğini söylerken terketmeseydin beni.
hatta güçlü olmak istiyorsan yalnız yaşa demeseydin bana
sen de yalnızlığı seçmemiş olsaydın da,
hayatını paylaşmayı seçseydin benle.
severken uzaklaşmasaydın da, az da olsa yaklaşsaydın bana.
keşke farkedebilseydin seni beklediğimi, hem de yanıbaşında.
keşke, keşke, keşkeler çoğalıyor saydıkça.
yüreğim ağzımda bekliyorum seni odamda.
biliyorum gelmeyeceksin ama,
keşke dönen sen olsan bu defa ...
sadece eğlenmek, daha doğrusu hoşlandığım çocuğu izleyerek mutlu olmayı seçtiğim için ordaydım. yanımdakilerin bi önemi var mıydı bilemiyorum. hiç tanımadığım bir erkeğe bağlanarak, onu gözleyerek, zaman zaman kıskanarak koca bir akşam içtim. yanımdakilerin bi önemi yokmuş aslında şimdi farkına varıyorum. yapayalnız ... içtim. ara ara plastik kokulu sohbetlere daldım. rol yaptım. eğleniyormuş rolü yaptım. hatta bi ara kendimi rolüme o kadar çok kaptırmışım ki ben bile eğlendiğime inanmışım. gerginliğim ritmini hızlandırıp da yetişemiyceğim bi hal aldığında ... tekila ve sigara ... sayısızca!
orada neden bulunduğumu sorguluyorum hala kendi kendime. avlanmak diye tabir edilen "tavlama oyunları" hiç bana göre değil ki! hatırlıyorum da hoşlandığım çocuk bir başka gece oraya arkadaşımla gittiğimde özel olarak masama gelip de benimle ilgilendiğini belli etmek için "merhaba, nasılsın?" gibi rutin bi soru sorduğunda, kalbimin hızından başım dönmüş, utancımdan yüzüm kızarmış ve ben çocuğun yüzüne bakmaksızın sadece gülüp "merabaaa" diyebilmiştim. bu kısa diyalog onunla aramızda geçen ilk ve sonuncuydu sanırım. bir daha yüzüme bile bakmadı.
dün gece ... evet dün gece ara ara baktı, ama yüzünde anlam veremediği iğrenç bi olayı izlermiş gibi bi ifadeyle. sanırım o anlam veremediği şey benim kabullenmediğim, onunsa gördüğü, sarhoşluğum, kızarmış yüzüm ve manasız hareketlerimdi.
sonuç olarak onunla konuşamadım ve çaresizce evin yolunu tuttum. gece yarısını geçen saate aldırmadan, umarsızca sarhoş, yalnız, mutlulukla-mutsuzluğun arasında, özgürlüğün anlamını düşünerek ve de üşüyerek dolmuşlara doğru yöneldim. o kafayla algılayabildiğim kadarıyla tüm erkeklerin bana, o gece kobraları için taze bir yem bulmuşlar gözüyle baktıklarıydı. hızlandım, hızlandım ama erkeklerin sayısı hiç de azalacak kadar değildi. kaçış yoktu. "bazen kader ..." diyerek dolmuşlara doğru hızlıca ve başım önümde sabitlenmiş bir halde yürümeye devam ettim. derkeeen o aradığım sesi duydum. kendince haklı, birşeylere sinirlenmiş ve o kendine has doğallığı ve çekinmezliğiyle bağrınıyordu. bakkaldan çıktı ve "alkole zam gelmiş" diyerek kendi kendine birşeylerden şikayet ederek konuşuyordu. bütün hüznümle, ağlamak isteyip de ağlayamayarak onun yanında yürüdüm ve onu izledim. o kadar aykırı bir çirkinliği vardı ki o an benim için dünyanın en güzeliydi o ve en haketmediği şekilde yaşayan insanlardan biriydi. yanında küçücük kalan boyumla yürümeye devam ettim. bana laf attı ve ne konuştuğumuza dair bir fikrim olmadan onunla konuştum. saçlarını at kuyruğu yapmış ve aykırı bir makyajla ben burdayım dercesine etrafına bakınıyordu. bir ara durup benim de yüzüme baktı ve o an gerçekten kendimi aciz ama yine de mutlu hissettim. daha az önce özgürlüğün anlamını aramıyor muydum ben? hani bulduğumu sanmıştım cevabı? ben biliyordum oysa ki özgürlüğü değil mi? ne kadar da küçük havuzlarda çırpınıyormuşum. o an gerçekten de açık denizlere ulaşmak için bir kanala girdiğimi anladım. dönüm noktam olucaktı bu an ve ben de keyfini çıkardım. onu izledim. sonuna kadar hayranlık duyarak. evet o özgürdü, çünkü korkmuyordu. bu lanet şehirde, bunca lanet kobradan, beladan, ıvır zıvırdan, hiçbirşeyden ... giydiği kadın elbiselerine inat, o feminen duruşuna inat erkek gibi; hayır, belki de bir erkekten de korkusuzca yaşıyordu hayatı.
beni merak etti. nereye gittiğimi, neden yalnız olduğumu, adımı, işimi sordu. bense ona sadece bir barda görüp de hoşlandığım ama konuşmaya bile çekindiğim bir çocukla nasıl birlikte olabileceğimi ... boşver dercesine elini savurdu ve "bırak o gelsin sana" dedi. bir an içimdeki balon köpük misali minik bir pıt sesiyle patladı. o kadar aniydi ki öylece kaldım. "bazen kader ..." dedim ikinci kez, hem de aynı gecede on dakikalık bir arayla. özgürdüm oysa ki. ama kader gerçeği yadsınamıyordu işte. bıraktım öylece. "artık umursamayacağım" dedim.
beni dolmuşlara bıraktı ve tam gidicekken benim için güzel şeyler diledi. beni yaratıcıya emanet etti ve kendince dua etti. ve içimin bir tuhaf olup da beni bitiren andı bana sarılması. beni sadece beş dakika yanımda yürüyüp, konuşarak tanıdı. sorgulamadan kabullendi, sevdi ve benim için dua etti. ömrümde ilk kez bu kadar çıkarsız ve samimi bir sevgi gördüm. tam dolmuşa binerken adını sordum. dolmuştaki herkes beni garipsemiş, hepsi farklı tondan alaylarına başlamışlardı. bense sarhoştum. alkol mü, yoksa aşk mı, yoksa özgürlük mü çarpmıştı beni? anlık dostum, kobra avcısı kahramanım gidiyordu. sedef seni unutmayacağım. hep mutlu ol. en azından bunu hakediyorsun.
hüznüm kabartıp taşırdı denizleri
sevgim uçurdu getirdi bana haberlerini
mutlu musun şimdi oralarda
hapsolduğun o karanlık içdünyanda
yapayalnızmışsın hayatta
güvendiğin tüm başarılarsa ayaklar altında
fırtınan güçlü değilmiş
alıkoyamadı beni rotamdan asla
sadece buruk bir ruh ve çökük bir beden bıraktın bana
senden bana son hatıra ...
rehberimden bir kişi eksildi şimdi
sıra aklımdan silmekte
unutmak yaşananları hiç yaşanmamışçasına
sıfırdan başlamak bir hayata ...
sırtımı döndüm karaya,
anlattım olanları denizkızlarına
periler oturup yanıma ağlaştılar halime acırcasına
git lütfen uzaklara diye haykırdım
ama hep yakın ol bana
hisset beni taa yürekten
benden hiç kopmamışçasına
yarala beni bir kez daha ne olur
unuttur bana kendini
severek almayayım adını ağzıma
yakışmıyor bu acizlik bana
senden başka vücutlarda da doğabilirim ben
muhtac olmamayı sen öğrettin bana
varolabilmeyi yapayalnız, tek başına
hayal kurmak kadar , kurmamayı da
yıkılıyormuş demek tüm bentler bu hayatta
sevmek kadar gerçek olan birşey var
nefret etmek de çok insanca
evet anladım bunu senle bir kez daha
nefret de sevgiden doğar eninde sonunda
inadına yalvarıp, aldım gururumu ayaklar altına
hey adam! seviyorum seni çılgınlarcasına
inanmadın, inanmak istemedin sen hiç bana
dinlemedin, incittin hep daha fazla
farketmedin, edemeyeceksin
kimse sevmedi, sevemeyecek seni benim kadar asla
kimse mutlu olamayacak seninle benim kadar
iyi oynanmış tiyatrolar izlemeye mahkumsun hayatın boyunca
şimdi çık git hayatımdan bir kez daha
ama unutma geri dönüşün olamayacak asla