19 Ekim 2010 Salı

Psikoloji... O kadar değişken ve renkten renge kolaylıkla girebilen bir olgu ki sizi dünyanın en'lerine anlık zamanlarda götürebiliyor.
Değişen hormonlar mıdır yoksa; değişen zaman içinde deforme olan duygular mıdır bilemiyorum neşeyle, enerjiyle uyandığım sabahın gecesine ulaşmam bir hayli komik oluyor. Aniden yüreğimi sıkıştıran kötü ruhların beni ağlamaya zorlamasının ardından da iyi melekler tarafından gıdıklanarak kendi halime gülüyorum. Titreyen kol ve bacak kaslarıma avaz avaz bağırmak ve "Güçlü olun! Beni yalnız bırakmaya hakkınız yok!" diyerek çıkışmak istiyorum. Daha neler neler yapmak istiyorken de hiçbir şey yapamadan olduğum yerde saydığımı farkedip, geçen zaman içinde yapmam gereken şeylerin ardından koşuyorum. Yakalayabiliyorsam da zamanında mıdır, yoksa yersiz midir hala kestirebilmiş değilim.
Belki saçma gelecek duyduğunuzda; bundan dört sene önce bendeki bu gel-gitleri ilk farkeden insan bizim mahalle bakkalıydı. Beni kollarımdan silkmişti birgün ve de ardından "Kendine gel! Bu hal ne böyle!" derken ses tonunda o muhteşem yadırgama ve büyüklüğün korumacılığını barındırmıştı. Ya işte böyle. Tam dört kocaman senedir böyle bir geliyor ve ardından belki de beş gidiyor. Gelsin diye beklerken neyi beklediğimi unutup, sonra da beynimin kapıları çalındığında, kapıları açıp boş boş bakıyorum. O da, o en sevimsiz-davetsiz arkadaşlardan biri gibi gelip başköşeye kurulup, üstüne bir de kumandayı ele alıyor. Bu ne ukalalık canım! Ya kal ya tümden git değil mi ama! Dur, lütfen gitme! Kal ki, hep yanımda ol. Aslında sen dört sene önce gittiğinde de sormamıştın. Ben taa o zamandan beri böyleyim. Keşke en azından vedalaşabilseydik.
Şimdi tam da sırası sen hoşgelmişken. İşte bu senin odan ve bu da kapın. Bak burda avcumun içinde ne var görebiliyor musun? Evet, evet o kapının anahtarı. Yok artık öyle kafana estikçe uğrayıp kaçmalar. Bundan sonra patron ben, köle de sensin. Sana en eski dostlardan birinin güzelce kanatarak açtığı yarama dediği gibi demek istiyorum: "Orda k.i.b.!"

14 Temmuz 2009 Salı

Gölge Oyunları ve Köşe Kapmaca

Önce biraz başın döner. Aldırmazsın. Çünkü bu kadarı kimseyi öldürmez. Bilirsin bunu. Peki ya sonra miden de bulanmaya başlarsa? O zaman paniklemen için yeterli gelir mi sana? Hayır, hiç sanmam. En fazla kusacağını tahmin edersin. Peki şiddeti artırsak da mı yetmez sana? Bence yeter. "Neden yalnızım şuan!" diye isyana başlarsın. Birine ulaşmak ve yardım dilemeyi çok istersin. Belki biraz yüzün varsa çok geç olmadan cayabilirsin de bu yaptığından.
Bence pişman olup da cayma sakın. İnsanları da arayıp rahatsız etme hiç. Gerek yok.
Madem başladın bir kere devamını getir. Bu aşamaya gelene kadar sen değil miydin hep birşeylerden şikayet edip de sonsuza kadar uyumayı tercih eden!
Hadi devam et. Bir bir yut o önünde yığınla duran minicik hapları. Sen değil miydin ömrün boyunca yutamayacağın kadar büyük şeyleri yutup da sesini bile çıkarmadan bir köşeye sinip kendini ezdiren! Evet çocuğum sendin o. Başedebileceğin şeylerde bile pes edip köşelerin gölgelerinde gizlenen, kendini soyutlayıp da hep izlemeyi tercih eden, hiç değilse bir gün dahi olsun izlenebileceğinin farkında olmayan ve bu yüzden de hayata 1-0 yenik başlayarak kaybetmeye mahkum olan... O sendin.
Ve ben sana şuana kadar hiç kızmadım. En azından bunu başarabilmiştin. Saklanmayı, ezilmeyi, kendini aşağılamayı görev edinerek köşe kapmaca oyununu en iyi oynamayı başardın.
Ve sen hayatında ilk kez bu kadar büyük sonuçlar doğurabilecek bir karar almışken ve bunu uygulamaya başlamışken yarım bırakıp yine pes edersen, işte şimdi sana çok kızarım.
Hayır çocuğum ölmeni istediğimden değil. Ama sen istedin bunu. Hiç aklına gelmedi ki büründüğün o silik rolden sıyrılıp da hayatının ana karakteri olmak. Sen memnunmuşsun demek ki bu yaşına kadar. Şimdi karşıma geçip de titreyerek ağlama. Bana vazgeçtiğini hiç söyleme! Acımam sana ve senin gibilere. Ben senin gibi şımarıklara acıyamam ki. Sen söyleyebilir misin ki bir amaç uğruna savaştığını! Ya da hiç amacın oldu mu ki senin?
Bak gördün mü çok acizmişsin bugüne kadar. Madem o gölgeleri kendine siper ettiğin anlarda bu karara varabildin, tek amacın buydu senin, sakın cayma. İlk kez olsun ve evet son kez olsun ama bir kez olsun başladığın işi bitir ve yut o hapları şimdi.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Alışmadan, Yorulmadan, Kaybetmeden Önce

Her seferinde acımazmış. Can alışırmış yarayı yaralayanlara da, hatta kanatıp tuz basanlara da. Sessizlik çöktü, yine boş kaldım bak! Bulunurmuş dolduracak biri, sevilirmiş ah yine; ama nasıl? Zaman başlar geri saymaya, vakit dolar biri çıkar karşına. Başa dönersin, acıtırlar ama; sen alışmışsındır acımazki can her defasında. Belki sen de onlardan olursun sonunda. Kaybedersin masumluğunu, özlemeyi kesip geçmişi yeni sorunlar yaratıp kendine, boğuşursun sürekli. Bak! Dolu her yanın insanla. Aldırma olanlara, geri sayıyor zaman hızla. Kurtul melankolinden şimdi, çık sokağa ve tekrar başla!

Gizem'li Karnaval

Mumlar toz bağlamış varlığında. Yazamadım ki uzun zamandır. Yakılmadılar ışığının aydınlattığı iç dünyamı loş bir şekilde aydınlatıp; hüzünlü gölgeler yaratmak adına.
Sen güneştin hep, tam tepedeydin hayatımda. Gölgeler aklıma bile gelmezdi ki sana bakınca. Çünkü kör ederdin beni her seferinde. Sana her bakışımda ... Gözümü de kapatsam sen vardın; başka tarafa baksam da! Bu nasıl bir ilüzyon? Ya da nasıl bir güç! Hiç aklım almadı. Hiç ... Alsaydı zaten körleşmeyi neden kabul edeyim ki!
Bu bir oyunmuş aslında. Nasıl renkler cümbüşünde bir düğün varsa; karanlıkta boğulmak da varmış bu oyunda. Sen güneş değilmişsin de ben küçük bir tanrıymışım aslında! Yönetmeyi yeni yeni öğreniyorum; senin yokluğunda. İyi ki gitmişsin buralardan. Bir adada yalnızmışım yıllardır. Kuralların kuralsızlıktan doğduğu bu yerde, kendimi tanrı ilan ettim en sonunda.
Adını kendi koyduğum yerlerde, bu defa kendi düşlerimin en ahengli silüetleri var. Eğer kavramlar bile yıkmışsa kendi tabularını, bil ki adım attın adını benim koyduğum karnavala.
Biliyor musun artık ipler de bende kuklalar da! Ve sen artık sadece benim insiyatifime kalmış bir misafirsin bu topraklarda.

16 Haziran 2009 Salı

Bir öykü yazacaktı ve bu defa özgür ifadeyi kelimelerde bulacaktı. Yanı başında çalan şarkı onu alıp eski zamanlara götürürken o hala tam olarak ne yazacağını, neyi, kime, nasıl anlatacağını düşünmekle meşguldü.
Aradığı sözleri bulamadı bir türlü. Yüreğini hissedemiyordu aslında. Onu böylesine hissizleştiren, sevgisiz hayata isyanla meşguldü. Kaybettiği ya da ondan çalınan şeyleri özlüyordu. Yüreğini, vicdanını ve düşüncelerini, üç kuruş paraya pula satmadığı için dışlanmıştı o cafcaflı topluluktan. Kendince karşı olduğu sabit fikirleri vardı. Çok zaman yalnız kaldığı, darmadağın, küçücük odasında yazarken bulmuştu işte kendini yine. Düşünüyordu ama bir türlü bulamıyordu cevabı. Aklına gelen ilk şey ortada bir soru olması gerektiğiydi ve o hangi soruyu, kime, nasıl sorması gerektiğine karar veremiyordu.
‘’Hayat bir uzun yolsa’’, dedi kendi kendine ‘’ben nerede başladım bu yola?’’ diye düşündü. Bilmiyordu gerçekten de. Yoksa öğretilmemiş miydi ona bu sorunun cevabı? Kararını vermişti ‘’nerede başlamıştı bu uzun yolculuğa?’’ Nerede başladığını bilmezken nereye gidiyordu böyle koşarcasına. Hayrete düşmüştü bir an için. Hayat, çok bilinmeyenli bir denklemdi sanki. Düşündükçe hayrete düşüyor, hayrete düştükçe yenilerini düşünmeye başlıyordu.
Önünde duran boş kağıtlara baktı. O da onlar kadar boştu. Peki, şimdi ne yazacaktı? Gerindi, esnedi saatine baktı. Onu ilgilendiren şey saatin kaç olduğu değildi. Sadece kendisini önünde duran boş kağıtlardan uzaklaştıracak bir şeylere ihtiyacı vardı. Neden hiç çalmıyordu telefonu? Neden kimse kapısının ziline basmıyordu? Neden? Neden? Neden? Sanki bir şeyler onu yazmaya zorluyordu. ‘’O halde’’ diyerek ilk kelimeden yola çıkıp yazmaya başladı:
Hayat sizce neye benziyor? Kimine göre bir yarış pistiyken, kimine göre bir dans pisti... Bana göreyse uzun bir yolculuk.
Ne için çıktığımı hatırlayamadığım bir yolda koşarcasına sona yaklaştığımın farkına vardığım andan itibaren düşünüyorum da yolculuk nereye?
Yollarda, uzun yolculuklarda insanlar nelerin hasretini çeker? Acıkmışsınızdır ve o an bir şeyler yemek istersiniz. Yorulmuşsunuzdur ve o an uyumak ya da biraz olsun dinlenmek istersiniz. Uzun süredir yalnızsınızdır ve artık canınız sıkılmıştır ve o an birileriyle konuşma ihtiyacı duyarsınız. Susamışsınızdır ve o an su istersiniz. Kimileri de vardır ki susamıştır gerçekten de ve bu açlıklarını gidermek isterler ve ilk fırsatta da gözlerine kestirdikleri avın üstüne atlarlar. Yanlış anlamayın onlar suya değil, kana susamışlardır. Onlar hayatımızın her köşesinde karşımıza çıkabilecek kadar da hayatın içinden, küçük insanlardır. Çocuksu masumluklarına kanıp da oyunlarına dahil olursak, o zaman oyun başlar. Nasıl mı?
Ellerine geçen oyuncaklarıyla savaş oyunu oynar o küçük insanlar. Onlar susadıkları kanın ayaklarına gelmelerini beklemezler hiçbir zaman. Her fırsatta savaşırlar taze kanlar için. Onların gözünde artık kadının, çocuğun, yaşlının hatta insanın değeri kalmamıştır. Artık onların yürekleri öyle bir büyüyle mühürlenmiştir ki hiçbir anahtar devası olamamıştır o hastalıklı kilitlerin. Hiçbir doktor çare bulamamıştır o hasta beyinlere. Kaybedilen her canda yanan her ananın yüreğinin sızısı onların tek eğlencesi olmuştur. Onlar bu büyük katliamları insan hakları ve huzuru için yaparlar. Analar sızlanmasın boşuna çünkü onların evlatlarının kanı insanlığın uygarlaşan yüzünü sulamaktadır.
Kısa kesik cümleler… Bir sona varamayan anlamsız ifadeler… Umutsuzca etrafına bakınıp yardım isteyen bir insan…
Kısa bir yalvarış yüklü bakışla etrafına son kez baktıktan sonra anladı ki kimse, hiç kimse yok. Yalnızlık… İliklerine kadar dondurucu esintisiyle bir kez daha esen bu yel, yalnızlığı getirdi yanında.
İsteklerini sorgulamaktan geçiyordu belki de tüm mutluluk. Mutluluk? Neydi acaba? Belki de en keskin zekalarca kurgulanmış bir olayın halkalarından biriydi o da. Olmayan bir şeye bir kez daha boşa bel bağlamak. Hayır, bu defa da yanılmış olmaya katlanamayacaktı. Olmasa da, mutluluğa nasıl inandıysa, onu kendi kendine, hatta kendi içinde yaratacaktı. Bu defa kaderi –eğer varsa- alt edecek gücü kendinde hissediyordu. Kurnazca oynanan bu küçük, karışık oyunları alt edecekti. İşte o zaman ilk kez ama son kez kazanılacak en büyük zaferi kazanmış olacaktı.

14 Mayıs 2009 Perşembe

bir kıyı görüyorum uzakta, limanı yok ki demir atasın!
bir umut belki limanı yoktur ama bir koy bulurum orada
soğuk ve rüzgarlı gecede korur beni kucağında
günlerdir sulardayım çıkmadı karşıma böyle bir kara
tanrı beni seviyormuş meğer, bırakmadı serin sularda
sen de sev, aç kucağını diyorum
çok değil sadece bir gece diyorum
bu bile çok mu sana, giderek uzaklaşıyorsun
oysa ben rotamı sabitledim sana, dönüşüm yok biliyorum
çok inatçısın, tamam pes ettim
geri döndüm ki artık herşey için çok geç
hayır değil aslında saçmalıyorum
bu gece ihtiyacım var sana, son kez bir cevap bekliyorum