16 Haziran 2009 Salı

Bir öykü yazacaktı ve bu defa özgür ifadeyi kelimelerde bulacaktı. Yanı başında çalan şarkı onu alıp eski zamanlara götürürken o hala tam olarak ne yazacağını, neyi, kime, nasıl anlatacağını düşünmekle meşguldü.
Aradığı sözleri bulamadı bir türlü. Yüreğini hissedemiyordu aslında. Onu böylesine hissizleştiren, sevgisiz hayata isyanla meşguldü. Kaybettiği ya da ondan çalınan şeyleri özlüyordu. Yüreğini, vicdanını ve düşüncelerini, üç kuruş paraya pula satmadığı için dışlanmıştı o cafcaflı topluluktan. Kendince karşı olduğu sabit fikirleri vardı. Çok zaman yalnız kaldığı, darmadağın, küçücük odasında yazarken bulmuştu işte kendini yine. Düşünüyordu ama bir türlü bulamıyordu cevabı. Aklına gelen ilk şey ortada bir soru olması gerektiğiydi ve o hangi soruyu, kime, nasıl sorması gerektiğine karar veremiyordu.
‘’Hayat bir uzun yolsa’’, dedi kendi kendine ‘’ben nerede başladım bu yola?’’ diye düşündü. Bilmiyordu gerçekten de. Yoksa öğretilmemiş miydi ona bu sorunun cevabı? Kararını vermişti ‘’nerede başlamıştı bu uzun yolculuğa?’’ Nerede başladığını bilmezken nereye gidiyordu böyle koşarcasına. Hayrete düşmüştü bir an için. Hayat, çok bilinmeyenli bir denklemdi sanki. Düşündükçe hayrete düşüyor, hayrete düştükçe yenilerini düşünmeye başlıyordu.
Önünde duran boş kağıtlara baktı. O da onlar kadar boştu. Peki, şimdi ne yazacaktı? Gerindi, esnedi saatine baktı. Onu ilgilendiren şey saatin kaç olduğu değildi. Sadece kendisini önünde duran boş kağıtlardan uzaklaştıracak bir şeylere ihtiyacı vardı. Neden hiç çalmıyordu telefonu? Neden kimse kapısının ziline basmıyordu? Neden? Neden? Neden? Sanki bir şeyler onu yazmaya zorluyordu. ‘’O halde’’ diyerek ilk kelimeden yola çıkıp yazmaya başladı:
Hayat sizce neye benziyor? Kimine göre bir yarış pistiyken, kimine göre bir dans pisti... Bana göreyse uzun bir yolculuk.
Ne için çıktığımı hatırlayamadığım bir yolda koşarcasına sona yaklaştığımın farkına vardığım andan itibaren düşünüyorum da yolculuk nereye?
Yollarda, uzun yolculuklarda insanlar nelerin hasretini çeker? Acıkmışsınızdır ve o an bir şeyler yemek istersiniz. Yorulmuşsunuzdur ve o an uyumak ya da biraz olsun dinlenmek istersiniz. Uzun süredir yalnızsınızdır ve artık canınız sıkılmıştır ve o an birileriyle konuşma ihtiyacı duyarsınız. Susamışsınızdır ve o an su istersiniz. Kimileri de vardır ki susamıştır gerçekten de ve bu açlıklarını gidermek isterler ve ilk fırsatta da gözlerine kestirdikleri avın üstüne atlarlar. Yanlış anlamayın onlar suya değil, kana susamışlardır. Onlar hayatımızın her köşesinde karşımıza çıkabilecek kadar da hayatın içinden, küçük insanlardır. Çocuksu masumluklarına kanıp da oyunlarına dahil olursak, o zaman oyun başlar. Nasıl mı?
Ellerine geçen oyuncaklarıyla savaş oyunu oynar o küçük insanlar. Onlar susadıkları kanın ayaklarına gelmelerini beklemezler hiçbir zaman. Her fırsatta savaşırlar taze kanlar için. Onların gözünde artık kadının, çocuğun, yaşlının hatta insanın değeri kalmamıştır. Artık onların yürekleri öyle bir büyüyle mühürlenmiştir ki hiçbir anahtar devası olamamıştır o hastalıklı kilitlerin. Hiçbir doktor çare bulamamıştır o hasta beyinlere. Kaybedilen her canda yanan her ananın yüreğinin sızısı onların tek eğlencesi olmuştur. Onlar bu büyük katliamları insan hakları ve huzuru için yaparlar. Analar sızlanmasın boşuna çünkü onların evlatlarının kanı insanlığın uygarlaşan yüzünü sulamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder