12 Mayıs 2009 Salı

ben üç yaşında küçücüktüm ama dünya benim kadar küçük değildi. iki gökdelenin arasındaki boşlukta hapsolmuştum. gökyüzü çok uzaktı bana. ah bir caddeye çıkabilsem belki biri beni kurtarabilirdi bu karanlık yerden. ama önümde koskocaman kara delikler vardı boşluğa uzanan. aralarında ayağımı basacak kadar bile toprak yoktu. çaresizce bekledim. saatlerce gökyüzüne bakmaktan boynum acımaya başlamıştı. bekledim, bekledim derken bir melekti gelen. yani melek olmalıydı o. gümüş rengi kaslı bir erkek vücuduna yapışık bembeyaz iki koca kanadı vardı. kendi boyunda bembeyaz iki koca kanat. upuzundu boyu. lüle lüle, omuzlarından dökülen gümüş rengi saçları parlıyordu o karanlıkta. yüzü öylesine hüzünlüydü ki ağlayacak sanıp kırktum. ama ağlamadı. bana doğru geliyordu, ama yürümüyordu. kanatlarını da çırpmıyordu. sadece süzülüyordu havada. gelip beni kucağına aldı ve o güzel kokusunda içim mutluluk ve huzur doldu. sarıldım boynuna ve artık hiç korkmuyordum. kara deliklerin üzerinden geçtik. beni bekleyenlerin olduğu sokağa getirdi beni. ne acı ki annemi ve babamı gördüğüme sevinememiştim. koşup da boyunlarına atlayıp, sımsıkı sarılmak istememiştim. hayır dercesine kenetledim kollarımı meleğimin boynuna. yüzümü saçlarına gömüp kokusunu çektim içime. ama bir ses konuştu kalbimle. mecburen bıraktım onu. geri gelecekti birgün, bulacaktı beni yine. ama hep böyle masum bir çocuk gibi kalmayı başarırsam. suratım asık annemle babamın yanına gittim minik adımlarımı daha da ufaltarak. meleğimin parlak beyazlığına inat ne kadar da siyah giyinmişlerdi. el salladım ona son kez; anne ve babamla birlikte siyah arabalarına binip uzaklaştım.
aradan yıllar geçti. şimdi kaç yaşında olduğumu söylemeye dilim varmıyor. meleğimi özlüyorum deliler gibi. ama yüzüm yok onu beklemeye. sanırım tutamadım sözümü. öylece beni bıraktığı yerde kalamadım. ama öylece beni bulduğu karanlıkta, izlemeye devam ettim gökyüzünü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder